- 18.11.2023 11:14
“İnsan bir kez geleceğini tasarlamışsa onu yaşamış sayılır mı? İnsanın kafasında kurup gözünde canlandırdığı bir şey tıpkı diğer gerçekler gibi bir gerçeğe dönüşür, asla yok edilemez mi? Her türlü saldırıya açık mı?” yada “Talih denen şey insanoğlunun yaptığı planları hiç sevmez, kazara olanlar dışında insanın başarılı olmasını da istemez mi? Felek, kendi çabaları ile başarıya ulaşan bir adamdan muhakkak öcünü alır mı?” İncinin kahramanı Kino’nun aklı bu fikirlerle doludur.
John Steinbeck (1902-1968), Amerikalı gerçekçi yazardır. İrlanda asıllıdır. Eserlerinde genellikle işçi yaşamını ve toplumsal sorunları dile getirdi. Gençliğinde bir zamanlar çalıştığı Salinas Vadisi, onun eserleri için vazgeçilmez bir mekândır. Yazdığı eserlerin her biri kült olmuş, çoğu sinemaya aktarılmıştır. Bir ailenin Oklahoma’dan Kaliforniya’ya göçünü anlattığı Gazap Üzümleri eseri ile Pulitzer ve Ulusal Kitap Ödülü’nü kazandı. Ayrıca edebiyat alanında verdiği katkılardan dolayı 1962’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ün kazandığı diğer eserleri arasında Al Midilli, İnci, Fareler ve İnsanlar gibi kitapları yer alır.
Tıpkı ataları gibi, bir kıyı kasabasında yaşayıp günlerini denizde inci bulmaya çalışarak geçiren Kino da yoksulluğun en ağır şartlarıyla cebelleşir. Öyle bir yoksulluktur ki bu, oğlu Coyotito’yu akrep soktuğunda bir doktora gösterecek parası yoktur Kino’nun cebinde. Fakat bir gün, dev bir inciyle denizden çıkar. Böylece zenginliği, oğlunu tedavi ettirmeyi ve okula göndermeyi, eşi Juana’yla kilisede evlenmeyi hayal etmeye başlar. Bu muazzam inci Kino’nun ve ailesinin hayatındaki her şeyi bir anda değiştirecektir.
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini anlatır. Kino’nun çocuğunu kurtarmak umuduyla daldığı denizden çıkardığı eşi benzeri görülmemiş inci, yalnızca umut değil yıkım da getirecektir. İncinin özü insanların özüne; Kino’nun kulaklarında çınlayan ve kasabaya yayılan İncinin Türküsü, ailenin, kötülüğün, umudun ve düşmanlığın türküsüne karışacaktır. Steinbeck, Kino’nun derinliklerden söküp çıkardığı inci ile içinde yaşadığımız dünyaya ve insanın dramına ışık tutuyor.
Birkaç alıntı yapalım;
“Kasaba, koloni halinde yaşayan bir hayvan gibidir. Kasabanın bir sinir sistemi, bir başı, omuzlan ve ayaklan vardır. Kasaba, öbür kasabalara hiç benzemeyen apayn bir yaratıktır, öyle ki dünyada birbirine benzeyen iki kasaba bulamazsınız. Kasabanın duygulan da bütünlük gösterir. Haberlerin kasaba sokaklannda nasıl yayıldığı kolayca çözümlenemeyecek bir gizdir. Sanki haber, seğirtip onu yetiştirmeye can atan küçük oğlanlardan da, çitlerden eğilip çığrışan kadınlardan da daha tez ayaklıdır.”
“Her çeşit insan, Kino ile ilgilenmeye başlamıştı — satacak malı olanlar, hatırla iş yaptırmak isteyenler. Kino, Dünya’nın Biricik İncisini bulmuştu ya. İncinin özü, insanların özleriyle karışınca ortaya acayip, karardık bir tortu çıkıyor, sonra çökeliyordu. Herkes Kino’nun incisiyle bir bağ kurmuştu birdenbire, Kino’nun incisi de herkesin düşlerine, yatırımlarına, düzenlerine, tasalarına, geleceğine, dileklerine, gereksinimlerine, tutkularına, açlığına katılıverdi, aradaki tek engel Kino’ydu, o yüzden de garip bir biçimde herkesin düşmanı oluverdi Kino. Haber, kasabada uyuklayan sonsuz kara ve uğursuz bir şeyi uyandırmıştı; bu kara tortu bir akrebi andırıyordu, aş kokusu gelirken duyulan açlığı andırıyordu, sevgisiz kalınınca duyulan yalnızlığı andırıyordu. Kasabadaki zehir keseleri, hemen öldürücü bir ağu üretmeye koyuldular, kasaba bu ağunun etkisiyle kabarıp şişti.”
“Komşular, büyük bir mucizeye tanık olduklarını kavramışlardı. Biliyorlardı ki bundan böyle takvim, Kino’nun incisinden başlayacaktır; evet, yıllar yılı bu anı düşünecek, tartışacaklardı. Dedikleri gerçekten çıkarsa, Kino’nun bugünkü halini, neler dediğini, gözlerinin nasıl parladığım yıllar boyu kim bilir kaç kere anacaklar ve diyeceklerdi ki: “Sureti değişmiş bir adam olup çıkmıştı canım. Sanki içine gizli bir güç girmişti, her şey böyle başladı. Gördünüz, nasıl ansızın yüce bir kişi katma yükseldi o andan sonra. Ben kendi gözlerimle gördüm.”
Kino’nun tasarıları gerçekleşmezse, o zaman da şöyle diyeceklerdi komşular: “Her şey böyle başladı. Üstüne deli deli bir hal geldi, saçmaladı durdu. Tann bizi bu tür illetlerden korusun. Evet evet, kurulu düzene başkaldırdığı için Tanı, Kino’yu cezalandırdı. Ne duruma düştüğünü görüyorsunuz. Ben kafasından sağduyunun uçup gittiği am gözlerimle gördüm.””
“Küçük bir kasabanın kendi kendiyle ve bütün birimleriyle kurduğu sıkı ilişkiyi nasıl sürdürdüğüne ne kadar şaşsak azdır. Her erkek, her kadın, her çocuk, her bebek kasabada belli bir biçimde davramr, belli edimlere girişirse, kalıpları kırmaz, öteki bireylerden farklılık göstermezse, hiçbir şekilde deneylere kalkışmaz, önemli bir hastalığa tutulmaz, kasabanın esenliğini ve iç erincini, yani o kesintisiz, şaşmaz akışım bozabilecek bir şey yapmazsa, o birim görünmez olabilir, bir daha da adı bile duyulmaz. Ama tek bir kişi, alışılageldik düşünce kalıbının, bilinen ve güvenilen biçimin dışına çıkmaya görsün, kasaba halkının duyargaları hemen geriliverir, bu haber kasabanın sinir ağı aracılığıyla her yana yayılır. Her birim, bütünle iletişim kurar. İşte La Paz’da daha sabahın ilk saatlerinde, Kino’nun incisini o gün satacağı haberi bütün kasabaya yayılmıştı. Saz kulübelerdeki komşular da biliyorlardı, ind avcıları da; Çinli bakkallar da biliyorlardı, kilise de biliyordu; sunaktaki oğlanlar fısıldaşıyorlardı aralarında. Rahibelerin de kulaklarına çalındı haber; kilisenin önündeki dilenciler aralarında tartışıyorlardı, çünkü bu kutlu olayın ilk yemişlerini onlar paylaşacaklardı. Küçük oğlanların heyecanına diyecek yoktu, yine de konuyu en iyi bilenler inci alıcılarıydı.”
Steinbeck, doğa betimlemeleri ve doğal sesler ile kişilerin oluşturduğu ve duyduğu seslerin türkülerini muhteşem anlatmış. Deniz kenarı, deniz içi, kasaba, tozlu yollar, kayalıklar, su birikintileri, mağaralar ayrı ayrı türküler söylüyorlar; Kino ve ailesi de… İnsana özgü kıskançlık, çekememezlik, şiddetnvb. Duyguların ve tutumların da melodileri var. Anlatı boyunca bu ses, melodi ve türkülerle yaşıyorsunuz olanları.
The New Yorker gazetesi; “İnci’de de Steinbeck’in yazdığı her şeyde kendini gösteren samimiyet ve seçkinlik var” derken Commonweal, “Biçim, Steinbeck için en önemli husustur ve İnci biçim açısından dört dörtlük bir kitap” ifadelerini kullanıyor bu eser için. Kısa ama çarpıcı bu eseri okumak hem büyük bir kazanç hem de içinizi sızlatacak bir duygu buketi olacak. Kaçırmamanızı öneririm. Belki siz böyle bir inci bulsanız (yada piyangodan büyük ikramiye kazansanız) neler yapabileceğinizi, çevrenizin durumu algılama, yorumlama ve tutumlarının neler olabileceği üzerine bir fikir jimnastiği yapabilirsiniz.
Yorum Yap