- 27.01.2023 10:17
Mizancı Murat (1854-1917) Gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazar Murat Bey, Dağıstan'da doğdu. Rüştiye ve idadi öğrenimini burada tamamladı. Rusya'da tıp eğitimi aldıktan sonra 1873'te İstanbul'a giderek Hariciye Nezareti Matbuat Kalemi'nde çevirmen olarak çalıştı. Mekteb-i Mülkiye'de siyasal tarih ve coğrafya dersleri verdi. Darülmuallimin'de hocalık ve yöneticilik yaptı. İttihat ve Vakit gazetelerinde Türk-Rus savaşı ve dış politika konularındaki yazılarıyla kendini gösteren Murat Bey, 1886'dan itibaren çıkardığı Mizan gazetesiyle Osmanlı basınında önemli bir yer edindi. Yazıları nedeniyle gazete sansüre uğrayarak zaman zaman kapatıldı.
İstanbul'da ilk örgütlü muhalefet hareketleri başladığında Jön Türkler kendilerine yakın gördükleri Murat Bey'in hareketin başına geçmesini istediler. Sarayın baskısı karşısında 1895'te Paris'e kaçan Murat Bey önce Kahire, sonra Paris ve Cenevre'de yeniden çıkardığı Mizan ve ayrıca yayımladığı siyasi risaleleriyle Avrupa'da ve Türkiye'de büyük tesir uyandırdı.
II. Meşrutiyet'in ilanını takiben Mizan'ı tekrar çıkararak eski partisiyle anlaşma ümidini, Avrupa'dan dönmesini affetmeyen İttihat ve Terakki liderleri boşa çıkarınca, o, tesiri 31 Mart hadiselerine kadar uzanan şiddetli bir muhalefete geçmiştir. Olaydan birkaç gün sonra, irtica ve askeri ihtilal çıkarmak suçuyla tutuklanarak ömür boyu kalebentliğe mahkûm edilip Rodos'a sürülür. Midilli'de tamamladığı sürgünlüğünden 1912'de çıkarılan kısmi af üzerine İstanbul'a dönmüş, Peyam ve Peyam-ı Edebi'de yazmaya devam etmiştir.
Mizancı Murat, “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?” romanında Osmanlıcılık ve İslamcılık fikri merkezinde Tanzimat aydınını inceler. Romanın kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa'dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul'a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat'tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı'nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne serilir. Roman, başkişisi Mansur’un fikirleri ve dünya algısı çevresinde şekillenir.
Eser, 19. yüzyıl sonu Osmanlı İmparatorluğu’nu İstanbul, Cezayir, Suriye, Lübnan ve Aydın mekânları dâhilinde anlatmaktadır. Osmanlıcılık ve İslamcılık iç içe geçmiş durumdadır. Mizancı Murat okura, zamanın yeni mahsulü Mansur gibilerinin, “İlerde çoğalacak benzerlerinin ilk önceleri, yani turfandaları mıdır yoksa kimsenin beğenmeyeceği cemiyet düşkünleri, yani turfaları mıdır?” sorusunu sordurur.
“Turfanda mı Turfa mı?” değimi bugün halen kullanılan halk tabirlerinden biridir. Bu kitabı okurken konuştuğum değerli sınıf arkadaşım İnş. Müh. Tarık Dursun Kar ; “Doğu Türkistan’da rakım olarak epey düşük kotta olan Turfan şehri ve bölgesinin; en erken sebze ve meyve yetişen bölge olduğunu hatırlattı. Buradan erken zamanda insanların sofrasına gelen bu yiyeceklerin “Turfanda mı yetişti, Turfan’dan mı geldi?” şeklinde sorulduğunu ve bu değimin Orta Asya’dan göçlerimiz ile birlikte Anadolu’ya geldiğini ve halen kullanıldığını hatırlattı bana. E, ben de sizle paylaşmazsam olur mu?
Mansur romanda şöyle tasvir edilir:
“Hâsılı, delikanlının her hâl ve şanı, kalabalık içinde bile kendisini enzara hedef ettirecek raddede idi. Kusursuz heyet-i umumiyesi calib-i teveccüh idi. Çekme, parlak, mütefekkir, edepnüma olan gözleri uzun, ince, siyah kaşların altına sığınmıştı. Kenarları mütekebbirane kıvrılmış doğru ve nazik burnu asalete, büyücek, fakat güzel bir resimde bulunan ağzı şecaate dal idi. Teni beyaz, saçı siyah, omuzları geniş, beli ince, a’zası mütenasip idi. Giyinmesi dahi sade ve tabiatgüsterane idi”.
Turfanda mı Yoksa Turfa mı’da olumsuz aydınlar Raşit Efendi, Şeyh Salih Efendi ve Emin Paşa’dır. Mansur’un amcası Şeyh Salih Efendi’nin kayınbiraderi olan Raşit Efendi devlet ricalinde bulunmuş, beceriksiz, kurnaz, para ve makam düşkünü, kendi çıkarı uğruna her şeyi göze alabilen, zayıf karakterli biridir. Şeyh Salih Efendi’nin servetini ele geçirmek için türlü işler çevirir. Şeyh Salih Efendi’nin oğlu İsmail ve kızı Sabiha’nın ölümüne sebep olur. Raşit Efendi yazar tarafından her yönüyle olumsuz bir tip olarak tasvir edilir. Mizancı Murat, Raşit Efendi’yi tasvir ederken kullandığı üslubuyla tarafını açıkça belli eder:
“Raşit Efendi acîp bir mahluktu. Zekâveti, sözü, sohbeti yerindeydi. Lâkin kendisinde bir sevimsizlik vardı. Kendisini gören yüz kişiden mutlaka doksan dokuzu bir daha görmek üzere arzu hâsıl edemezlerdi. Orta boylu, tıknazca, omuzları geniş, başı inadına küçük bir adamdı. ... Kaşları çatık, lâkin sakalı aksine köseydi. Sivri uçlu burnu, kuyudan bakar gibi çukur, küçük, sarı gözleri, köse sakalı, hilekârlığına, fitne ve fesada dal idi. Esmer toprak rengi, zaten çirkin olan yüzünü daha beter ediyordu”.
Mansur’un padişaha bağlılığının kendi azından ifadesi şöyle;
“Bunca himmetlerin şerefi kime aittir? Tahmin edebilir misiniz? Yalnız bir zata! Âlî, mukaddes, pek mukaddes bir zata! Yani Padişah-ı nev-cah, velinimet-i bîminnetimiz efendimiz hazretlerine aittir! Hab ve istirahatini feda edip gece gündüz mukaddemata, kâr-agâhane çalışarak ümmet-i muhtereme için selâmet ve saadeti küşad etmeye gayret ediyor. … Vücud-ı bî-hudların himmetlerine muhtaç olan ümmet-i muhtereme üzerinden Allah eksik etmesin”.
Yazar, bürokrasideki yozlaşmayı doğrudan başkişi Mansur’un Dışişleri Bakanlığı'ndaki kısa süreli memuriyeti aracılığıyla yansıtır. Devlete hizmet etmeyi hayatının en büyük gayelerinden sayan Mansur, kendisinden habersiz amcasının iltimasıyla memurluğa başlar. Orada görevlerini yerine getirmeyen, sorumsuz, tembel memurları; yapılan yolsuzlukları görür. Kendisine teklif edilen terfiyi reddeder ve memuriyetten ayrılır. Mansur’un bu hususta fikir çatışması yaşadığı isim, hükümeti temsil eden Emin Paşa’dır:
“Emin Paşa: Oğlum. İş, sözle olmaz. Başka şeyler ister. Bizde her şey böyle gelir, böyle gider. Her şeyi ben şer’en, kanuna tatbik edeceğim yahut emre harfiyen imtisal eyleyeceğim diyerek beyhude yere uğraşanlar çabuk yorulup yine dediğimize gelirler. Hatta siz dahi gelirsiniz. … Sizin Avrupa’da görmeye alıştığınız intizam bizde pek olmaz”.
Bazı kesimlerde Batı kültürü, Doğu kültürünü silmiş; bu da köksüzlüğe, kültürel yozlaşmaya ve kendi kültürüne, toplumuna ve değerlerine yabancılaşmaya sebebiyet vermiştir. Devletin Avrupa’ya eğitim için gönderdiği gençlerin ülkelerine döndüklerinde yozlaşma sürecine girmeleri sorunu, Tanzimat romanlarında yoğun olarak işlenen konulardandır. Turfanda mı Toksa Turfa mı romanında bu mesele şöyle dile getirilir:
“Avrupa’ya giden gençlerimiz Figaro gibi bir meddah hokkabazın tezviratını ciddi bir şey addiyle fikirlerini tesmim ediyorlar ve vatanları hakkındaki emniyet ve muhabbetlerini tenkis ederek geri geliyorlar” (s. 183). “Tahsil için her sene biz bu kadar gençleri Paris’e gönderiyoruz. Lâkin hiçbiri istediğimiz surette avdet etmiyor. Terbiyesi, ahlâkı bozularak, istifade olunur hâlleri kalmıyor. Öğrendikleri de süslü giyinmek, eğlenceleri için israfta bulunmak, salabet ve diyaneti kaybedip Frenk olmaktan başka bir şeylerini görmüyoruz”.
Mansur’un bürokrasideki çürüme için getirdiği çözüm önerisi şöyledir:
“Mutlaka kaleme alınacak bir efendi, bir vazife-i malûme-i resmiye ile mükellef olmalı, diğer taraftan mekâtib-i aliyeden şahadetnamesi olmayanları kapıya uğratmamalıdır. Bununla hem istifade-i devlet temin edilmiş olur hem de etfal-i ümmete karşı büyük bir iyilikte bulunulur. Çünkü böyle bir usul, gençleri Rüştiye’den kapı çıraklığına değil, daha büyük mekâtibe sevkedecektir”.
Mizancı Murat, çözümü yine eğitimde bulur. Yükseköğretim mezunu olmayanların memurluğa alınmaması gerektiğini, her memurun resmî bir vazifesinin olması gerektiğini ve devlete, halka hizmetin önemini vurgular; “İnsan için hizmetsiz durmak müşküldür. Çünkü devlete, cemiyete hizmeti olmayan insanın hayvandan farkı kalmaz. Müşkül olduğunu teslim ederim; fakat hizmette bulunmak lâzım olduğunu da unutamam”. (…) “Ben vücudumu aileye vakfedemem. Çünkü vücudum hizmet-i devlete vakfolunmuştur”.
Emil’e göre; “Bu eser; gerek şahıs tipleri gerekse ihtiva ettiği fikirler bakımından devrin, hatta daha geniş bir çerçevede Tanzimat romancılığının en keskin sosyal şuuruna haiz romanıdır. Bir başka önemi de Murad Bey’in kitapları arasında kendi fikir ve sanat ideolojisini, mizaç ve karakterini en iyi aksettiren otobiyografik bir eser oluşudur”. Balcı’nın ifade ettiği gibi de “Her devir, her coğrafya ve her kültür, kendi aydın tipini de beraberinde getirmektedir”.
Mizancı Mehmet Murat Bey, toplumun maruz kaldığı ahlak çöküntüsüne sessiz kalan ve normalleştiren diğer yazarlardan olmamıştır. Toplumu içinde bulunduğu kötü duruma uyandırmıştır. Romanda Mansur, Zehra, Fatma, Mehmet Efendi, Ahmet Şunudi, yazarın “Turfanda” adını verdiği müspet kişilerdir. Onların yetişme tarzları, tahsil ve terbiyeleri, şahsiyet ve fikirleri zamanlarının çok ilerisindedir. Onlar hakkında kullanılan “Turfanda” kelimesi de gösterir ki, bu tipler sonradan Türk cemiyetinde çoğalacak benzerlerinin ilk örnekleri olarak tasavvur edilmişlerdir. Davranışlarını ve fikirlerini “Turfa” bulan İstanbul çevresinden uzaklaşıp bir Anadolu köyüne çekildiği zaman nasıl bir istikbal adamı olduğunu gösterir. Orada yaptığı işler ve bir aydın olarak köylü ile kurduğu münasebetler romancının devrini aşan bir tasavvura sahip olduğunun en açık delilleridir ve gerçekten dikkat çekicidir.
Yorum Yap