Bist■.■■
Gr. Altın■.■■
Dolar■.■■
Euro■.■■
Doç. Dr. Latif Onur Uğur
Doç. Dr. Latif Onur Uğur

Gazete: Düzce Damla Gazetesi

Esrar-ı Cinayat

  • 27.12.2022 18:24

Türk edebiyatının ilk polisiye romanı hangisidir diye sorsam hemen yanıtlayabilirsiniz; Esrar-ı Cinayat’tır.

Ölümüne dek iki yüzden fazla eser yayımlayan Ahmed Midhat Efendi, Türk edebiyatının gerçek anlamda ilk popüler yazarıdır. En büyük arzusu kitap okuyan bir toplum yaratmak idi. Çoğunluğa hitap etmek, dertlerine tercüman olmak kaygısıyla çok sayıda eser verdi "Kırk beygir gücünde yazı makinesi" olarak tanındı. Eserlerinde Avrupa'nın bilim, sanayi ve çalışkanlığını överken Osmanlı toplumunun ahlaki değerlerinin korunması gerektiğini vurguladı. Genç yazarlara destek verdi, dilde sadeleşmeyi savundu, devlete ve dine itaatsizliği, tembelliği, müsrifliği, özentiliği eleştirdi. Ürünlerini daha çok öykü ve roman türünde vermiştir. Romancılığı ve öykücülüğü, halk öykücülüğünden Batı tarzı öykü ve romancılığına geçiş olarak kabul edilebilir.

 

Esrar-ı Cinayat önce gazetede tefrika edilmiş, ardından kitap olarak basılmıştır. Bir polisiye roman olmasına rağmen Ahmet Mithat Efendi zaman zaman araya girerek çeşitli konularda değerlendirme ve tahliller yapmaktan kendini alamamıştır.

 

Olayların akışındaki kurgu ustalığı ve karakterlerinin güçlü bir şekilde canlandırılmış olmasıyla yazarın övgüyü hak eden eserleri arasına girmiştir. Bir genç kızın cesedinin balıkçılar tarafından bulunmasıyla başlayan roman, intihar süsü verilerek öldürülmüş ikinci bir kişinin bulunmasıyla sürükleyici şekilde devam ederken, polis şefi Osman Sabri ile Muharrir Efendi’nin işbirliği ve dikkatli takipleri sonucu bambaşka bir hale bürünür. Cinayetlerin nasıl ve niçin işlendiği Kalpazan Mustafa’nın gazeteye gönderdiği mektuplarla ortaya çıkar. Dönemin adalet sistemini, yargılama usullerini rüşvet ve kayırmacılığı gözler önüne sererek eleştiren roman, yazarın usta işi üslubunu da yansıtarak şaşırtıcı bir sonla biter.

 

Solmaz’a göre; Farklı toplumlarda, fikirlerin geniş toplum kesimlerine yayılması için birer araç olan gazeteler, kurulduğu günden itibaren toplumsal hayatın bir parçası olmuş, haber kaynağı olarak insanların ilgisini hep çekmiştir. Batı kökenli roman ise, edebiyatımıza sonradan girdiği halde, toplum içerisinde kendisine iyi bir yer edinmiştir. Edebiyatımızın öncülerinden olan Ahmet Mithat Efendi, Esrâr-ı Cinâyât romanında bu iki türü harman ederek birbirlerine olan katkısını göstermiş, kendisinden sonra gelen polisiye romancılar onu takip etmiş, romanlarında gazeteyi önemli bir unsur olarak kullanmışlardır. Birçok yazar, onun açtığı çığır üzerinden yürümüş, aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, onu taklit etmeye devam etmişlerdir. Onun taklit edilen örneklerinden birisi de, yapanın yanına kar kalmadığını göstermek amacıyla kullandığı kısas olayıdır.

 

Fikret Osman Ahmet Mithat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât’ta kullandığı akıl yürütmelerin, belirgin hale getirildiklerinde, daha çok eksik öncüllü ya da eksik sonuçlu kıyaslar, delilli kıyaslar ve saçmaya indirgemeye dayalı kıyaslar türünden olduklarını tespit etmiştir.

 

İpek Şahbenderoğu’na göre; Müslüman bir genç kız olan Peri’nin öldürüldüğü Öreke Taşı cinayetinin aydınlatılma sürecinde dolandırıcılık, kaçakçılık, kalpazanlık, tecavüz, fuhuş gibi diğer suçlara da görünürlük kazandıran Ahmet Midhat, intiharı da suç kapsamında değerlendirir. II. Abdülhamid dönemindeki Batılı hukukî düzenlemelerin gerekliliğinin altını çizen Esrâr-ı Cinâyât, aynı zamanda Kalpazan Mustafa’nın suça sürüklenişiyle yitirdiği haysiyetini, İstanbul halkının gözünde güçlü bir yazara dönüşerek, yeniden kazanışının da öyküsüdür.

Eserin başlarında, cinayetlerin işlendiği Öreke Taşı yahut Kanlıkaya’nın uzun ve realist bir tasvirinden sonra romanın yazılmasına sebep olan olay anlatılır. Fakat bu olay gazete haberine dayandırılarak verilir. Anlatıcı, haberi romana almak için şu açıklamayı yapar: “Bin iki yüz şu kadar sene-i hicriyyesine müsâdif olan Temmuz ayının on yedinci Salı günü idi ki, İstanbul’da tab ve neşrolunan gazetelerin birisinde ve havâdis-i dâhiliye kısmında şu fıkra okundu.”

 

Romandaki bu giriş, aslında bize gazetenin vaka çözümlerinde ne derece etkin kullanılacağına işaret etmektedir. Gazete haberi, olay yeri incelendikten sonra kaleme alınmıştır. Romanın ilerleyen bölümlerinde Osman Sabri’nin gazeteye cinayetle ilgili haberleri verdiğini öğrendiğimiz için mektubu da haber şekline koyarak gazeteye yine onun gönderdiğini anlıyoruz; “Büyükdere’den Şehir postasıyla matbaamıza gönderilen bir varakadan müstebân olduğuna göre, dünkü pazartesi günü Boğaz haricine balık saydına giden kayıklardan bazıları hîn-i avdette Öreke Taşı’na yanaşarak üzerine çıktıklarında, orada gayet müthiş bir cinayetin vukuunu keşfetmişlerdir.”

 

Maktüllerin bulunuşu; “On beş, on altı yaşlarında ancak tahmin olunabilecek bir kız maktul olduğu gibi, yanında iki de erkek naaşı görülmüştür ki, kızın Müslüman olduğu tırnaklarında kına rengi bulunmasından istidlâl olunuyor. Fakat kıyafeti alafranga imiş. Maktul erkeklerin ise Elenoz veyahut Maltız oldukları anlaşılıyor.” “Bu keşf-i acîb hakkında sâhib-i mektûb izâhât-ı sâire dahi veriyor ise de cinâyet-i vâkı’anın zaten derkâr olan ehemmiyet-i fevkalâdesine nazaran tafsîlât-ı mezkûreyi derç ve ilânda ihtiyât eyledik. Badema edeceğimiz tahkikatın göstereceği netice üzerine keyfiyeti karilerimize tafsilen arz ederiz.”

 

Mecdeddin Paşa’nın gazeteciye verdiği bütün soruşturma belgeleri yüzünden kızan Osman Sabri Efendi, soruşturmanın gizliliğinin ihlâl edildiğini düşünmektedir. Gazeteci Osman Sabri’yi rahatlatmak için ellerindeki bilgileri nasıl sınırlandırdıklarını yahut sansürü hangi gerekçelerle yaptıklarını izah eder; “Affedersiniz birader! Bir gazete muharririne her irâe olunan evrak hemen gazeteye geçilmez. Gazeteler devletin menafini kendi menfaatlerinden ziyade gözetmeğe mecburdurlar. Gerek politika ve gerek adliye vesairece muhafazası devletin menafine muvafık olan şeyleri herkesten ziyade gazeteciler muhafaza ederler. Zira devletin menfaati demek doğrudan doğruya milletin ve memleketin menfaati demektir.”

 

Türk edebiyatının ilk polisiye romanı heyecanla, Ahmet Mithat tarzında okumak; Daha sonra yazılacak başyapıtlarından biri olan Müşehadet’ın tarz olarak oluşturulma aşamalarını görmek için ne yapın yapın bu anlatıyı okuyun. Pişman olmayacaksınız. Ben kendimi öylesine olayların içinde buldum ki; üniversiteyi İstanbul’da okumuş olmama rağmen daha önce görmediğim İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’le buluştuğu yerde, Rumeli tarafındaki Öreke Taşları’na bir ziyarette bulunmaktan kendimi alamadım. Size de öneririm, hem Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü de görebileceğiniz harika bir gezintiye vesile olur. Sevgilerimle…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Damla Gazetesi (www.duzcedamla.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.